5 Aralık 2003
Aylardan Ağustos'tu. İntifada Orta Doğu'da tüm şiddetiyle sürerken ve pek övülen "yol-haritası" sallantıdayken, binlerce mil ötede Royal Albert Hall'da iki piyanist, Saleem Abboud-Ashkar ve Shai Wosner elele tutuşmuş, gülümsüyor ve kendinden geçmiş dinleyicileri eğilerek selamlıyorlardı. Şef Daniel Barenbiom ile birlikteMozart'ın Üç El Piyano İçin Konçertosu'nunun parlak bir icrasını henüz bitirmişlerdi. Konserin sonunda dinleyicilerin ayakta alkışı yarım saat sürdü. Sembolizm dolu bir andı: Çünkü Abboud-Ashkar Filistinli; Wosner İsrailliydi.
Bu etkileyici görüntünün kökeni, dört yıl önce başlayan bir projeye dayanıyordu. Dört yıl önce Arjantin doğumlu İsrailli ünlü şef Daniel Barenboim, şimdi başka bir âleme göçmüş olan eski arkadaşı, Filistinli filozof Edward Said'le, bir düşünceyi hayata geçirmek için elele vermişti. Her iki taraftaki şüpheciler, bu düşünceyi akıl dışı buluyorlardı: eşit sayıda Yahudi ve Araplardan kurulu bir gençlik orkestrası.
Orta Doğu adaylar için taranıp, her iki cemaatten birçok yetenekli genç müzisyen bulunduktan sonra, Batı-Doğu Divanı Orkestrası kuruldu. ( Orkestranın zor ismi, Goethe'nin İslami şiirle Avrupa şiirini birleştirerek yazdığı bir eserinden alınma.) İsrail, Filistin, Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan'dan gelen katılımcıların çoğu, daha önce bir orkestrayı canlı olarak hiç dinlememişler.Yaşları 13 ve 26 arasında değişen gençler şimdi her yıl tarafsız bir yerde gerçekleştirilen yaz okuluna devam ediyorlar. Yaz okulu bu sefer Sevilla'daydı. Barenboim "Belki de Endülüs onlardan [Orta Doğu'dan] aldıklarını geri veriyor" diyor. Orkestra Filistin topraklarında ve Fas kraliyet ailesi önünde çaldı. Halk onlara "barış orkestrası" demeye başladı. Barenboim'in ikinci karısı piyanist Elena Bashkirova'dan iki oğlu var. Barenboim ikinci eşi ile, birinci karısı Britanyalı çellist Jacqueline du Pré'nin ölümünden sonra evlendi. Oğullarından biri keman çalıyor; diğeri hip-hop sanatçısı olmayı planlıyor. Şefin tutkulu toplumsal amaçlarından biri de, müzik bilgisini gelecek kuşaklara aktarabilmek. Görsel olarak öyle bir niteliğe sahip ki, insanlara çabucak ulaşıyor. İşte bu yüzden konser sonunda dinleyicileri selamlarken yaşanan duygusal anlardan büyük bir keyif duydu. Ona göre orkestra, Orta Doğu'da başarılabileceklerin bir metaforu.
60 yaşındaki maestro benimle "gündüz işinde" yorucu bir çalışma haftası geçirdikten sonra görüştü ve orkestranın demokrasinin simgesi olduğunu söyledi. Gündüz işi Berlin Staatsoper'in müzik direktörlüğü. Aynı zamanda Şikago Senfoni Orkestrası'nı da yönetiyor. " Müzik birleşmek ve ahenk içinde olmaya dair herşeyi söyler. Batı-Doğu Divanı Orkestrası'ndaki müzisyenler, ortak bir amaç için birlikte çalışırlar. Nereden geldikleri düşünülecek olursa, bu bizatihi devrimci bir kavram." Ve devam ediyor "orkestra benim Orta Doğu hakkındaki düşüncelerimin müzikal bir versiyonu. Görmek istediğim, herkesin katkıda bulunabildiği; bütünün, onu meydana getiren parçaların toplamından daha büyük olduğu bir Orta Doğu". Orkestra bu Pazar ITV1'in South Bank Show'unda yer alacak.
Bütün bunlar iyi hoş da, fikrin tamamı absürd derecede idealist değil mi? Çok mümkün. Ancak Barenboim'in atölyelerine katılmış müzisyenler, müziğin birleştirici gücünün canlı kanıtı. Mısırlı kemancı Mina Zikri şöyle diyor "orkestranın İsrailli üyelerini tanımak, karşı tarafı insan olarak görmek demek. İmajlar yanıltıcı olabilir. İntihar saldırısında bulunan biri akla belirli bir imajı getiriyor. İsrail'in askeri operasyonu da öyle. Ama bütün bunlar insanın beynine çakılıp kalmamalı."
Orkestra sayesinde İsraillilerle arkadaş olmuş. Bunlardan biri de basoonist Ayelet Ballin. Zikri devam ediyor, "Şimdi ne zaman onu görsem; benim arkadaşım diye düşünüyorum, işte bir İsrailli diye değil."
Orkestranın İsrailli üyesi Yoni Etzion onun kaldığı yerden devam ediyor. "Burada hayatın araziler ve savaştan ibaret olmadığını anlıyoruz. Hepimizin amacı aynı, müzik yapmak ve bu bizi birleştiriyor." Barenboim'a gelince, hiçbir tarafı kayırmadığı kesin. Yeri geldiğinde her iki tarafın müzisyenlerine de aynı şiddette kızgınlık gösteriyor ve kimse bundan gocunmuyor. Kurucuları işin başından beri Batı-Doğu Divanı Orkestrası'nın politik bir hareket olarak görülmesini istemediler. Aksine, orkestrayı yönlendiren itici güç müzik. Orkestrayı "hayatımda yaptığım en önemli işlerden biri" şeklinde gören Said'e göre "orkestranın siyasi niteliği ve açığa vurulmamış bir amacı yok. Köprüler kuracağını iddia etmiyor. Ama ortada birşey var; birarada yaşayan, uyum içindeki zeki insanların paradigması.Bir su birikintisine atılan taş gibi, gittikçe genişleyen halkaların etkisi olağanüstü." Peki orkestranın politik değişim konusunda herhangi bir etkisi olabilir mi? Barenboim kesin bir tonla "Hayır" diyor. "Biz müzik düzeyinde yardımcı olduk, öğrencilerimizin çoğu şimdi Arap orkestralarında önemli yerlere geldiler. Mütevazi olmamamı bağışlayın, ama bizim onları daha iyi müzisyen haline getirdiğimizi biliyorum."
Peki bunun ötesinde ne var? "Bir arada yaşama konusunda ortaya çıkardığımız iş, ağızlarda bir tat bırakacaktır belki de" diye düşünüyor şef. "Birçok İsrailli bunu anlayamıyor. Onlar sadece intihar saldırılarının korkunç sonuçlarını görüyorlar. Kaderlerimizin nasıl ayrılmaz bir biçimde birbirine bağlı olduğunu göremiyorlar. Müzik atölyelerinde bu soruların cevapları yok ama atölyeler, cehaletle savaşta ve insanlara üstünde düşünülecek konuları göstermekte yardımcı oluyor."
Şef orkestranın bizatihi var oluşunun bile, yeterince siyasi bir duruş olduğu kanısında. Barenboim'in iddiasına göre: "İki taraf arasındaki her tür temas ister istemez olumlu bir nitelik kazanmak zorunda, çünkü temas kurmak isteyen herkes, kaçınılmaz bir şekilde gelecek üstüne kafa yormak durumunda". "Bu açıdan bakıldığında proje siyasi niteliği olmayan, kişisel bir proje."
Yine de bu çabaların politik anlamlarla yüklü olduğunu kabul ediyor. "Niyetim asla bu değildi; ama insanların orkestra konusunda politik yorumlar yapmalarına karşı elimden birşey gelmez. Olağan dışı bir şey yaptığınızda, insanların lehte ve aleyhte gürültü koparmalarına hazırlıklı olmalısınız."
"Ama bu çocuklar için Royal Albert Hall'un sahnesine çıktıklarında dinleyicilerin onlara deli divane olduğunu görmek, harikulade bir şey. Suriyeli bir müzikçi başka nerede böyle sofistike bir dinleyici kitlesine ulaşabilir? Benim için işte bu kadar basit."
South Bank Show'un sunucusu Melvyn Bragg de politikaya aşırı ağırlık verilerek orkestranın kösteklenmemesi gerektiği kanısında. "Orkestrayı politik açıdan yorumlamak istemiyorum. Onlar şunu hiç söylemiyorlar: 'Orkestra insanların birbirlerine daha iyi davranmalarını ve birbirlerini sevmelerini sağlayacak.' Her iki taraftan insanlar birlikte müzik yapıyorlar; bu kendi başına güçlü bir duygusal tavır. Eğer bundan bir ders çıkarmak istiyorsanız, o size kalmış."
"Ama müthiş bir şey var. Kameralar orkestra üyelerini tek tek gösterdiğinde, kim Yahudi kim Arap, kim Filistinli anlayamıyorsunuz. Bu konuda bahse girebilirsiniz ama kimse gerçeği bilemez. Bence heyecan verici olan bu."
Öyle bile olsa orkestra kaçınılmaz olarak sansüre maruz kaldı. Tutucu İsrailliler Barenboim'i orkestrayı yönettiği ve Filistin'de eğitim verdiği için "saflıkla" (naiflikle) suçladılar. Birçok Arap hükumeti, gösterilen çabaları İsrailliler kadar şüpheyle karşıladı. Bragg bazı Arap müzisyenleri kamerayla görüntülemek konusunda ikna ederken "büyük güçlükle" karşılaştığını söylüyor.
Ama Barenboim bütün eleştirileri elinin tersiyle itiyor. "Aşırılar konusunda bir endişem yok" diyor kararlı bir sesle. "Onlar birbirini kışkırtıyor. Yazılanların aksine, İsrail hükumetinden hiç eleştiri almadım. İnsanlar hep ortalığı karıştırıp mesele çıkarmak isterler. Bazı komitelerdeki üç beş kişi gürültü çıkardı, ama hükumet çıkarmadı. İsraillilerin büyük bir çoğunluğu orkestranın ne anlama geldiğini anlıyorlar ve bundan mutluluk duyuyorlar. Birçok kez Ramallah'ta olduğumun ertesi gecesi İsrail'e gittim. İsrailliler bunu biliyorlardı, harika bir şey. İsrail halkı ile kurduğum yakın ilişki bu yüzden zarar görmedi." Yine de Barenboim zıtlaşmaya pek yabancı sayılmaz. İki yıl önce Kudüs'teki yıllık İsrail Festivali'nde uzun süredir var olan yasağı sona erdirip Wagner çalma kararı alması, korkunç bir fırtına koparmıştı.
Bu İsrail'de duygusal bir mesele. Azgın bir Yahudi düşmanı olan Wagner, Adolf Hitler'in en sevdiği besteciydi. Yazılı olmayan kanuna göre, İsrail devleti baki kaldıkça İsrail'de Wagner çalınması yasaktı. Zubin Mehta 1981'de İsrail Filarmoni Orkestrası'na Wagner'in Tristian ve İsolde operasından bir bölüm çaldırmaya kalkışınca, konser Soykırım'dan sağ çıkan bir kişi tarafından durdurulmuştu. Soykırım mağduru sahneye fırlamış ve toplama kamplarındaki Nazi nöbetçiler tarafından vücudunda açılan yaraların izlerini dinleyicilere göstermişti. Ama Barenboim bundan korkmamıştı. Şef bu kuralı yıkmaya festivale birkaç gün kala, bir basın toplantısında Wagner'in bir melodisiyle çalan cep telefonunu işitince karar vermişti. Şef "Zil sesi Wagner'in Valkryies adlı eseriydi" diye hatırlıyor. "Kendi kendime düşündüm: 'Eğer bu bir telefonda işitilebiliyorsa neden bir konserde de işitilmesin?''' Berlin Staatskapelle'yi Tristan ve İsolde'den alınma bir bölümde yönettikten sonra büyük bir kavga koptu. Simon Wiesenthal Kültür Merkezi'nin yöneticisi Ephraim Zuroff gazaba gelip şefi "kültürün ırzına geçmekle eşdeğer bir iş" yapmakla suçladı. "Onun yaptığı tam da bu. İsrail halkını aldatıp, onların ırzına geçmek istedi. İsrail halkı baştan çıkmayınca, bizim ırzımıza geçti." Kudüs belediye başkanı Ehud Olmert de Barenboim'in davranışını "utanmaz, kendini beğenmiş, uygarlık dışı ve duyarsız" olarak niteledi.
Barenboim'i savunan Bragg, "şef 'eserlere karşı önyargılı olmamak gerekir' görüşünde ve ben de kendisine yüzde yüz katılıyorum. Wagner aşağılık bir Yahudi karşıtıydı ama Tristan ve İsolde'yi dinlediğiniz zaman 'şimdi ne yapmam lazım?' diye düşünüyorsunuz. Barenboim'in çok sevdiği Yahudilere karşı bir misyonu var. 'İlerlemeliyiz' diyor."
Şef "Skandal beni incitmedi. Salonda 3 000 kişi vardı. Wagner'i yönetmeden önce, onlarla sahneden 45 dakika süren bir tartışma yaptım. Şöyle dedim: 'Eğer bunu dinlemek istemiyorsanız, lütfen salonu şimdi terkedin.' Elli kişi ayrıldı, ama kalanlar konser sonunda ayakta alkışladılar. Eğer bana küfür etselerdi incinirdim, ama öyle olmadı. Skandal ertesi gün, orada bulunmayan insanlar tarafından yaratıldı. Bu konseri izlemek için bilet satın almak gerekiyordu. İstemeyen gelmezdi, ama gelmek isteyenleri engellemek niye? Kudüs'te Wagner çalınıyor diye Tel Aviv'de insanların ıstırap çektiğini sanmıyorum. İsrail toplumunda bir bunalım var, çünkü bazı tabulardan kurtulamıyoruz."
Barenboim çarpıcı ifade biçimininin zirvesine çıkarak devam ediyor: "Bir ulus olmaktan gurur duyuyoruz ama, eski derimizi, yani 2000 yıldır azınlık olarak yaşamamızı, üstümüzden çıkartıp atamadık. Şimdi 19 yıl sonra kendimizi başka bir azınlığı kontrol ederken buluverdik. İsraillilerin kafasında bu dönüşüm gerçekleşmedi henüz. Gerçekleşmesi için de derinlemesine içsel bir değişim gerekiyor; Filistinlilere, başkalarının size davrandığı gibi davranamazsınız." Çarpıcı bir örnek veriyor. "İkinci Dünya Savaşı sırasında Varşova Ghetto'larında bir Yahudi bir Gestapo komutanına kuru ekmek parçası fırlatsa, bu mücadelenin simgesi, tamamen olumlu bir davranış olarak yorumlanırdı. Buna karşılık şimdi bir Yahudi bir Filistinli'ye aynı kuru ekmek parçasını atsa, ne diyeyim, yorum çok farklı olur…"
Tıpkı Said gibi Barenboim da Doğu-Batı Divanı Orkestrasının, "yaptığı en önemli iş" haline geldiğine inanıyor. Provalar sırasında o kadar coşuyor ki, bir sıçrayışta keman bölümünün yanına gidip, yaylıların hangi kıvamda canlı çalmasını istediğini kendisi gösteriyor. Dayanamayıp harekete geçtiği tek yer provalar değil: Yaser Arafat'ın üslendiği Ramallah'ta bir yaz konseri verdikten sonra, orada klasik müziğin gelişmesi için yardım çağrısında bulundu. Oraya iki öğretmen götürdü ve şimdi de klasik müziğin okulların resmi eğitim programına alınması için girişimde bulunuyor. Aynı zamanda beş yıl içinde bir Filistin gençlik orkestrası kurma sözü verdi.
Meraklı bir tarih öğrencisi ve "iki-devletli" çözüm taraftarı olan Barenboim, müziğiyle barış sürecine katkıda bulunacağına inanıyor. "İsrail devletinin bağımsızlığı ilan edilinceye kadar herkes Filistinliydi" diye anlatıyor. "Sonra 15 Mayıs 1948'de oradaki nüfusun bir bölümü yeni bir kimlik, İsrailli kimliği edindi. Ama nüfusun kalan bölümü yeni bir kimlik edinmedi. 50 yıl sonra Filistinlilere 'Talihinize küsün, kabahat sizde.' diyemeyiz. İşte bu yüzden yerlerinden edilmiş insanlara karşı bir sorumluluğumuz var. Zaman geçtikçe İsrail'in varlığı, Filistin sorununun çözümüne daha da bağlı hale gelecek. Filistinlilere bir çözüm bulmak için hiçbir gayretten kaçınmamak gerek. Çünkü bu İsrailliler için de çözüm demek. Eğer çözüm bulunmazsa ortaya küresel bir felaket çıkacak. Politik ihtiraslarım yok ama, bu konuya çok önem veriyorum. Hayatta başardıklarımı başkalarına da aktarmak istiyorum ve aktarmak istediğim ilk yer bu orkestra."
İsrail ve Filistin'in kaderlerinin birbirine bağlı olduğu fikrini bir adım öteye götüren Barenboim şunu söylüyor: "Bu iki halkın hikayeleri birbirinden farklı olduğu için, dışarıdan bakanlar neden kaderlerinin birlikte örüldüğünü anlamakta zorluk çekiyorlar." Batı-Doğu Divanı Orkestrası'ndaki müzisyenlerinin "mizaç bakımından birbirlerine çok benzediğini" gözlemiş. "Bu çelişkinin ana noktalarından biri bu olabilir. Burada Porto Rikolular ve Norveçlilerden bahsetmiyoruz. Burada aynı kanı taşıyor demiyeceğim ama, kan ısıları kesinlikle aynı olan insanlardan bahsediyoruz. Hepsi parlamaya hazır. Müziğe karşı gösterdikleri tepkiler de aynı."
Barenboim Filistinlilere içten bir yakınlık duyuyor, onlar da şefe her zaman kucak açıyorlar. Şefe göre "Filistinliler ben oraya gidince çok mutlu oluyorlar. Siyasi bir misyonla gitmiyorum. Oraya onların sorunlarına aldırdığımı ve sorunlara bir çözüm bulunmasının şart olduğuna inandığımı göstermek istediğim için gidiyorum. İşte bu yüzden beni aralarına kabul ediyorlar." Burada Orta-Doğu'daki politikacıların kulak vermesi gereken daha geniş anlamlı bir mesaj var. Barenboim "Bu insanlara verilecek en önemli şey kültür değil; kendine saygı ve haysiyet," diyor. "Bunu Doğu-Batı Divanı Orkestrası'nda başarıyorlar; kimse sırf Musevi, Müslüman veya Hıristiyan olduğu için müziğe daha yakın değil."
"İşte İsraillilerle Filistinlilerin ilişkilerinde eksik olan şey bu. Bir anlaşmaya varılmadan önce eşit durumda olmanız gerekir." Maestro kreşendodan önce bir an duraklıyor. "Müzikte hepimiz eşitiz."
Çeviren: İnci Ötügen